29 Ocak 2008 Salı

yok...

hiç bişey yazasım yok...

27 Ocak 2008 Pazar

Bir gün,

Koca bir günü sadece kendime ayırıp, akşama kadar istediğim filme gidip, kitapçılarda istediğim kadar sürtüp, istediğim yerlerde oturmak istiyorum. Kendime bir gün armağan etmek istiyorum, kendimle baş başa kalıp içinde sadece kendim olabileceğim bir günde yalnız bana ait olan, kimseyle ortak paydası olmayan anılar oluşturmak istiyorum…
Sokaklarda fotoğraflar çekip, arkalarına tarih atıp şiirler yazmak istiyorum, eski zamanlarda ki gibi...
Hiçbir sorunu düşünmeden, boş vermişliğin dibine vurmak istiyorum sadece bir günlüğüne. Geçmiş güzel günlerin yaşandığı yerlerden geçip, bir tebessüm bırakıp yürüyüp yeni anılara doğru yürümek… mesela Karaköy’e doğru Galata Köprüsü'nden geçerken yolun solunda denizin hemen kıyısında ki, içinde bir zamanlar en güzel günlerimi geçirdiğim o binanın bütün katlarına girip dolaşsam tek tek... Havil, Mavigö.ç., Yasmin ve Şafak’ın sesleri kulağımda….
kulağımda güzel şarkılar… bizim şarkılar…
şimdi köprüden geçerken o binayı uzaktan her seyredişimde içimden sayıyorum,
-9 Havil
-8 Mavigö.ç.
-7 Yasmin
-6 Şafak
-5 Ben

zaman, zaman, zaman....


sıkıcı bi pazar günü....

tvde yine o var, sinirlerim bozuluyor...

izlemicem diyorum ama dayanamayorum...

bu sessizlik bozulmalı artık,

küçük oyunlar bitmeli...

neyse,
ama uslandım artık... sadece zamana ihtiyacım var....


sıkıldım mı ne?

ne bu şimdi ya, sıkıldım mı ne?
çalışırken, sıcacık evi bırakıp yollara düşecekken, kapıdan dışarı adım atmak tam bi işkence olurdu..
istediğim saatte kalkıp, tv karşısında yayıla yayıla kahvaltı etmenin hayali ne muhteşemdi. tamam hala muhteşem ama daha 2.günde sıkıldım sanırım:(
öğlenleri uyuyorum abi yaa. sonrada sersem sersem akşam yemeği derdine düşüyorum
-annneeeeeee akşama ne yiicez
-babana söyleyelim balık alsın
-peki.
bu gün odamı düzenledim. cd lerimi ve dağılmış kitaplarımı yerleştirip yeni resim çerçeveleri ekledim başucumdaki duvarıma. babamın kovboy şapkasını astım bide. sonra gardolabımın üstünde evo'nun bana geçen doğumgünümde aldığı 2000 parçalık puzzle kutusunu buldum, gözüme dürtücek biyere yerleştirdim. geçen sene nerdeyse yarısına kadar yapıp, sonra bi türlü başına oturamamaktan parçaları kaybolacak diye toplayıp kutusuna kaldırmıştım. şimdi bu aylaklıkta onu tamamlamamın zamanı geldi galiba.

bu arada az önce teysem aradı, bu gün baya bi mekan araştırması yapmış, ikisi ortaköyde, biri etilerde -biri boğaz manzarılıymış- :)) üç yer bulmuş. kiraları da normaline göre çok uygunmuş. biri de dublexmiş, home ofis yapalım üst katı ev alt katı ofis olsun diyo, pazartesi sabahtan buluşup bakmaya gidicez... hadi hayırlısı....

26 Ocak 2008 Cumartesi

dişiiiiiiim:((


hay ben böyle dişin içine...

kafamı duvarlara vursam geçer mi acaba?

yeni adresim, yeni işim ve yeniden aşka gelişim...

yeni adresimden taze taze merhabalar:))
şimdi bunu niye yaptım diye sormayın. kendimce sebeplerim var elbet:) bazen yeni sayfalar açmak iyi gelir insana. her nekadar bu bir kendini kandırma süreci olsada. neyse olay budur yani:)
son gelişmeleri aktarmak üzere hemen bi muhabir arkadaşımıza bağlanamayacağım için bi satır başı yapıp kendi başımın çaresine bakıcam şindilik:)

evet. salı akşamı ajansta acilen cereyan eden bi kavga neticesinde teyzem ortaklarından ayrılıp, ofisi boşaltma kararı aldı. namı diğer "bayan nane" komplekslerine ve bir türlü tatmin olmayan egosuna yenik düşerek eteğinde ki taşlar bi bir döktü. ortalık kıyamet yeri gibi oldu. neyse fazla ayrıntıya girmicem. hemen ertesi günü yapılan toplantı sonucu teyzem mekanı ortaklarına bıraktı, ajans hertürlü bizde işlerimize aynen devam ediyoruz. sadece bi süreliğine homeofis yaparak çalışıcaz. çarşamba akşamı teyzemde kaldım, olabilecek bütün analizleri ve bi tanesini bile atmayacak şekilde hernevi dedikodumuzu yaptık geç vakte kadar. bi ara kumpir yaptık bide. neyse. ertesi gün öğlene doğru gidip pılılarımızı ve pırtılarımızı toplamaya gittik. aslı olaya geliyorum. tam iki saat boyunca kendi eşyalarımı toplayabildim. kendi evimden taşınsam bu kadar eşyam çıkmazdı heralde. millet hayretler içinde toplanmamı izledi. dolaplarımdan pantolanlar, kazaklar ayakabılar, tshortler, çekmecelerimden kitaplar, takılar, tokalar, ve haddinden fazla ıvırzıvırlar... sonra mutfaktan (abartmıyorum) 10 adet kadar kendim eait çeşitli ebatlarda kupalar... ajandalar, şemsiyeler, pardesüler, fotoğraflar, cdler... kalem ve küçük küçük alınan not kağıtlarına kadar herbişeyimi toparladım. 5-6 parça kocam kocaman çantalarla ofisten ayrıldım. evo gelip aldı beni. bagaja eşyalarımı yerleştirirken söylediklerini duymamazlıktan gelebildim:))
kadro ve iş bilgisi bizde olduğu için ortaklar hisselerini devrederek tamamen devreden çıktı. çalıştığımız tüm firmalara gerekli bilgileri verdik. zaten bizim işimiz ağarlıklı olarak telefon ve mail sistemiyle işediği için çalışmalarımızı çok büyük sekteye uğratmıyor ofisten ayrılmamız. son günlerde yaşanan tatsız gerginlikler bunun habercisiydi aslında ki böylesi çok daha iyi oldu . velhasıl, 2000 e yakın dev kadro ve çeşitli projelerle teyzemle başbaşa kaldık. biz kendi içimizde birbirimizi yesekte yinede kimseye pabuç bırakmayacak kadar işimize ve birbirimize bağlı olmanın yüksek gururunu ve tesellisini yaşadık. şimdi ellerimizde laptoplarla evlerimizden çalışmaya devam ediyoruz.
akşama kadar üzerimde pijamalarla, önemli telefon görüşmeleri yapıp, işimize kaldığımız yerden devam etmekte ayrı bi keyifmiş bunuda öğrenmiş olduk:))
şimdi evdeyim. sabahları annemle kahvaltı edip bi yandan iğrenç sabah programlarıyla psikolojimi sarsmadan uzun ve yorucu bi sürecin stresini atıyorum...
bu arada bi yandan da ofis arayışlarımız sürüyor, bi kaç yer var oralarla görüşücez ama epey bi zamanımızı alacak gibi görünüyor....

iş haricinde kendimle alakalı sıkıntılarımı giderme konusunda da çaba arfediyorum. kendime bi yapmaman gerekenler listesi oluşturdum kafamda ve bunları hayata geçirmeye başladım. yanlışlarımdan dersler aldığımı düşünüyorum. evo'yu sevdiğimi anladım. onsuzlukla alakalı korkularımı ilk günlerdeki gibi diri tutmaya başladım. gece uyurken sürekli açılan sırtımı örten, uykumun arasında susayınca bana su getiren, yorulup acıktığımda bana yemek hazırlayan, iki şımarıklığımla en olmaz şeyleri bile yapabilen, yüreği sevgi dolu, vicdanlı ve sevgilerin en büyüğünü hakeden bi sevgilim varmışta ben görmek istememişim....
kendi kendimle kavga ederken, onu hep kırdım. o benim yanımda olmaya çalıştıkça ben ittim. sorunlarımın altında ezilirken onun bi gık demesine bile tahammül edemeyeşim tamamen benim huysuzluğumdan ve nankörlüğümdenmiş meğer.... onu sevmediğimi zannettiğim zamanlarda aslında kendimi sevmiyormuşum, gizli bi kendimden kaçışmış bu aslında. neyseki herşey için çok geç olmadan aklımı başıma topladım. evlilik benim için hala uzak gözüksede ikimizinde zamana ve zamandan öğreneceğimiz çok şeyin olduğuna inanıyorum. içimdeki nankör, huysuz mendebur yaratığı yavaş yavaş öldürüp normale dönmeme az kaldı....
şimdilik bu kadar....

Aşk Herşeyi Affeder mi?